top of page
FERHAT KATI
MİNDEROS ADASI
Uzaklarda, çok uzaklarda... Okyanusun tam ortasında bir ada varmış. Bu adaya sadece bir mevsim hüküm sürmekteymiş. Çöl kurusu mevsimi gündüzleri kavurucu, geceleri ise çok soğukmuş. Minderos, yıllardır iki farklı çetenin bitmek bilmeyen savaşlarına ev sahipliği yapmış, güzelliği ile göz kamaştıran, bazen de volkanik patlamaları ile ada sakinlerinin yüreğini hoplatan şirin bir adaymış.
Adanın batısına Keskintüy çetesi, doğusuna ise Çarliston çetesi hakim olduğu için, adanın tam ortasına sınır çizilmiş. Ancak hasat dönemlerinde, yapılan anlaşma gereği sınır çizgisinden geçişler serbest olurmuş. Çünkü adanın doğusunda yetişen buğday batıda yaşayanlar için, batısında yetişen sebzeler ise doğudakiler için hayati öneme sahipmiş. Keskintüy çetesi horoz ve tavuklardan oluşuyormuş ve lideri de horoz Yesto'ymuş. Çarliston çetesi ise kertenkelelerden oluşuyormuş ve liderleri Kopukkuyruk Hokeyto'ymuş.
Hava kararmaya başlamış, ada sakinleri dondurucu soğuktan korunmak için evlerine gitmiş ve sobalar yakılmış. Yorgun geçen günün ardından Yesto dinlenmeye çekilmiş. Halsizlikten tüyleri iyice yıpranmış, o eski ve gösterişli halinden eser kalmamış. Meydanda dolaşırken bütün tavukların iki kez dönüp baktığı ve üçüncüde aşık olduğu horozu artık at sinekleri bile görmezden gelmeye başlamış. Çetenin liderliğini yıllardır kahramanca sürdürmüş ancak yaşlı ve çelimsiz olması çetedeki itibarını her geçen gün azaltıyormuş. Yürürken yaşlı tüyleri arkasından kopuyor, bu duruma şahit olan tavuklar ve civcivler ise alaycı bakışlarını saklamak için kanatlarıyla yüzlerini kapatıyormuş. Yesto, bu alaycı bakışlara çok üzülmesine rağmen kendisini çetesine adamaya devam etmiş, çete savaşlarında hep en önde savaşmış.
Sabah olmuştu. Çalar saat horoz, öterek herkesi uyandırmıştı. Yesto yataktan kalkıp duşa girmiş, tam o sırada kardeşi Bistro gelmişti. Bistro, abisine seslenerek:
-Abi ne olur kurtar beni bu sefer başım büyük belada, diye haykırıyordu.
Yesto köpüklü köpüklü duştan çıkmış ve Bistro'ya neler olduğunu sormuştu. Bistro:
-Hokeyto beni kız kardeşiyle buğday ambarında bastı, şimdi her yerde beni arıyor, dedi.
Bistro yıllardır Hokeyto'nun kardeşine aşıktı ve bu aşk yüzünden bir çok horoz, tavuk ve kertenkele hayatını kaybetmişti.
Yesto üzerindeki köpükleri havluyla temizleyip hemen çeteyi toplamıştı. Bistro'nun cezasını vermek için yeterince zamanı yoktu, olası bir saldırıya karşı hemen hazırlanmaları gerekiyordu. Çete gerekli silahları alıp sınıra doğru ilerledi. Sınıra vardıklarında, horoz kuyruğu tüyü ile toprağa saplanmış bir not gördüler. Notta; ''Hasat döneminde olduğumuz için bu seferlik Bistro'yu affediyorum. Eğer bir daha bunu yaparsa hasat-masat demem topunuzun köküne kibrit suyu dökerim.'' yazıyordu. Bu duruma çok sinirlenen Yesto, kardeşinin cezasını vermek için hemen eve döndü. Döndüğünde kardeşini hizmetçi tavukla yatağında gördü. Öfkesi ikiye katlanan Yesto, kardeşini kuyruğundan tutarak arka odaya götürdü ve sandığın içine koyup kilitledi. Bistro çok yalvarmasına rağmen, Yesto onu çıkarmadı. Hizmetçiyi ise kovdu ve bir daha buralara gelmesi durumunda onu öldüreceğini söyledi.
Saat oldukça ilerlemişti. Yesto kahvaltı bile yapamamıştı. Mutfağa gidip, biraz tarçınlı buğday ezmesi yedi ve köpüklerden dolayı yapış yapış olan tüylerini kolonyalı mendil ile temizledi. Zaten yaşlı olduğu için oldukça az tüyü vardı ve tüyleri dökülmesin diye çok az yıkanıyordu. Her duşa girdiğinde yüzlerce tüyü dökülüp heba oluyordu. Doktorun verdiği tüy dökmeyi önleyen Tüyoxcin şampuan bile kâr etmiyordu. Kolonyalı mendil hem temizliyordu hem de tüylerini dökmüyordu.
Yesto, Hokeyto'nun sert uyarısı karşısında sessiz kalamazdı ve bu uyarıya bir cevap yazmaya karar verdi. Geçen yıl yapılan savaşta kopardığı kertenkele kuyruğunu yazdığı notun yanına koyup, Hokeyto'ya elçi ile gönderdi. Kopardığı bu kuruk Hokeyto'nun en büyük oğlu Panki'ye aitti ve bu durum onları bayağı kızdıracaktı.Hokeyto sahilde yengeç yuvalarını bozarken elçi yanına geldi ve notu verdi. Notu açtı ve içinden düşen kuyruğu görünce şaşırdı. Notu okumaya başladı. Yesto notta şöyle demişti:
''Geçen yıl yaptığımız Kuluçka Savaşı'nı hatırladın mı? Hani kardeşini öldürmeyip kuyruğunu kopardığım savaş... Eğer bir daha beni tehdit edersen bir tane bile kuyruklu Çarliston bırakmam. Bu adada göreceğin tek kuyruklu şey kayan yıldızlar olur.''
Hokeyto yuvasını bozduğu yengeci rahat bırakıp evinin yolunu tuttu. Yolda can dostu bukalemun Santi'yi gördü. Daha doğrusu Santi onu gördü. Santikamufle olduğu için Hokeyto onu görememişti. Santi aynı zamanda çok bilgili bir doktordu. Akraba evliliği yapan Hokeyto'nun çocuklarından biri çift kuyruklu doğmuştu ve bu kuyruklardan birini Panki'nin kopan kuyruğunun yerine dikmişti. Santi ile biraz konuştuktan sonra yoluna devam etti.
Eve varınca çeteyi toplayıp savaş hazırlıklarını başlattı. Tam yola çıkacakken karısı ve çocukları yolunu kesti. Neler olduğunu soran Hokeyto'ya karısı:
- Eğer Keskintüy ile savaşırsanız hasat barışı son bulur ve bütün halk aç kalır, dedi.
Hokeyto'nun siniri hâlâ geçmemişti ama karısı haklıydı. Böyle kışkırtıcı bir mesaj için bütün halkını açlık tehlikesine atamazdı. Kararından vazgeçti ve çok sevdiği sallanan koltuğuna oturup pazıkökü çayını içmeye koyuldu. O sırada karanlık çoktan çökmüştü. Sokakta kimse kalmamıştı. Sobalar yakıldı camlar ve kapılar iyice kapandı. Dışarıdaki soğuk penceren bakınca bile içini donduruyordu.
Akşam yemeği hazırlandı. Yemekte çarliston biber kızartması vardı. Bu Hokeyto'nun en sevdiği yemekti. Yemeğini afiyetle yedikten sonra geçen hafta batan Bitanik gemisinden sahile vuran, karakalem çizilmiş nü resimlerle dolu defteri incelemeye başladı. Biraz inceledikten sonra uykusu gelince defteri bırakıp yatağına gitti.
Hokeyto'dan bir ses çıkmayınca Yesto oldukça şaşırmıştı. Hava çok soğuk olduğu için bu saatten sonra kimsenin gelmeyeceğini biliyordu. Yatağına giderken kardeşini sandığa kilitlediğini hatırladı ve arka odaya gidip onu sandıktan çıkardı. Bitap düşen Bistro'yu yatağına götürdükten sonra kendisi de uyumak için yatağının yolunu tuttu.
Yesto erkenden uyandı. Mısır gevreği ve sütlü kahvaltısını yaptıktan sonra idman ocağının yolunu tuttu. İdman ocağı; Göz Dağı’nın eteklerinde bulunan ve çetesinin idmanlarını yaptığı bölgeydi. Yesto idman ocağına vardıktan sonra kimsenin idmana gelmediğini gördü. Daha erkendi çünkü tavus kuşu kuyruğunu daha tam açmamıştı. Tavus kuşunun kuyruğu tamamen açılınca idmanlar başlar.
Bütün çete üyeleri yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. O sırada Hokeyto ve çetesi sınırın karşı tarafında maç yapıyordu. Yesto futbolu çok seviyordu ama ilerleyen yaşı oynamasına izin vermiyordu. İç geçirerek Hokeyto’ya baktıktan sonra çetesine döndü. Ardından idman marşını söylemeye başladılar.
“Minderos yüce ada, savaştık yıllarca İhanet nedir bilmeyiz, yenilirsek elveda
Deniz gece köpürür, akan kanı götürür.
Nice savaştan çıktık, çete yine öttürür”
Marş bittikten sonra çete, Yesto önderliğinde saatlerce çalıştı. İdman bitince herkes evine dağıldı. Yesto eve girince ağrıyan dizleri için Hokeyto’dan aşırdığı kertenkele kuyruk yağını sürdü. Yağ diz ağrısına çok iyi geliyordu.
Hokeyto maç yüzünden bitap düşmüştü. Sahile inip sülüklerden sırt masajı istedi. Masajı yaptırdıktan sonra biraz kendine gelmişti. Çarliston’a doğru giderken Ölü Toprak Ormanı’ndan geçmeye karar verdi. Ölü Toprak Ormanı çok tehlikeliydi ve çetesi olmadan oraya girmek başına büyük işler açabilirdi. Hokeyto’nun oraya girmesinin asıl nedeni ise kırmızı köklü Zörtük meyvesi yemekti. Bu meyveyi yiyince adeta gençleştiriyordu onu. Yesto’nun da bu kadar yaşlı ve çelimsiz olmasının asıl nedeni bu meyveyi bilmiyor olmasıydı. Hokeyto bu meyve sayesinde yaşlanmayı geciktiriyordu. Neyse ki bu sefer tehlike ile karşılaşmadan Zörtük meyvesi yemeyi başardı. Meyve sayesinde üzerindeki ölü toprağını atmış ve kendine gelmişti. Ormana bu yüzden ölü toprak adı koyulmuştu.
Yesto kardeşinin çıkardığı sesler yüzünden tatlı uykusundan uyandı. Bistro mutfakta kahvaltı hazırlamaktaydı. Gözlerine inanamayan Yesto:
- Hayırdır böyle kahvaltı hazırlamak nerden çıktı? - Abi artık kendimi düzeltiyorum. Eski Bistro gitti, yeni Bistro geldi. Sana layık bir kardeş olacağım.
- Başına saksı mı düştü senin, senin mi bu çizgili yüz?
Bu konuşmalar kahvaltı masasında devam etti. Ama bu filmin sonu daha yazılmamıştı.Yesto “Bu işin içinde bir civciv tüyü var.” diye düşünürken tavus kuşunun kuyruğu çoktan açılmıştı. Bunu gören Yesto elindeki lavaş ekmeğini bıraktı ve ceketini alıp hemen idman ocağının yolunu tuttu. Daha önce idmanlara hiç geç kalmamıştı. Ocak yolu o kadar uzundu ki yaşlı hali ile oraya yetişmesi çok uzun sürdü. Ocağa vardığında gördüğü manzara onu çok sevindirmişti. Çünkü herkes çalışıyordu. Kimse kaytarmamıştı. Çalışan çeteye teşekkür ettikten sonra onlara katıldı. O sırada Hokeyto’nun büyük oğlu Panki alaycı sözlerle Yesto’yu aşağıladı. Bu sözler karşısında sinirlenen Yesto, Panki’ye saldırdı. Yesto sert bir kanat darbesi ile Panki’yi yere serdi ve daha sonra üstüne atlayıp vurmaya devam etti. Çete üyeleri onları ayırmaya çalıştılar ama tam o sırada Panki yerden aldığı taşı Yesto’nun kafasına indirdi.
Yesto taş darbesi ile öylece yere yığılmıştı. Kafasından akan kan yerdeki küçük çiçeğe adeta hayat vermişti. Panki koşarak Çarliston’un yolunu tuttu. Çete üyelerinden bazıları ise peşine düşmüştü ama yetişememişti. Yesto’yu kucaklayıp Hekimoğlu Harpi’nin evine götürdüler.
Hekimoğlu Harpi kaynayan kazanın başında yeni bir ilaç üzerinde çalışıyordu. Tam o sırada Yesto’yu yanına getirdiler. Yesto çok kan kaybetmişti. Bütün tüyleri kan içindeydi. Sanki kırmızı bir mürekkebe batırılmış kalem gibiydi. Hekimoğlu Harpi, Yesto’yu öyle görünce elindeki kepçeyi yere atıp onu evindeki yatağa götürdü. Harpi hemen yarayı temizlemeye başladı.
Yesto’nun kalbi o kadar yavaş atıyordu ki bir sivrisinek kanını emmeye kalksa duracaktı. Harpi yarayı temizleyip gerekli pansumanları yapmıştı. Olanları duyan Bistro daha yeni gelebilmişti. Bistro abisini öyle kanlar içinde görünce hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Hayattaki tek dostu, annesi, babası, her şeyi… Bistro çok küçük bir civcivken annesini ve babasını Çarliston çetesi ile yapılan savaşlarda kaybetmişti. Küçük yaştan beri abisi ona bakıyordu ve hayattaki en değerli varlığını kaybetmenin korkusunu ilk kez yaşıyordu. Bistro azda olsa kendine geldi ve Hekimoğlu Harpi’ye abisinin durumunu sordu. Harpi:
-Yesto çok kan kaybetmiş. Kan lazım ancak sadece kan yetmez. Kan sadece onu hayatta tutar ancak eskisi gibi ayağa kalkmasını istiyorsan Zörtük meyvesi lazım, dedi. Bistro:
-Bumeyveyinereden bulacağım? İlk kez duyuyorum.
-Meyve Çarliston topraklarında bulunan Ölü Toprak Ormanı’nda. Ancak o orman tehlikelerle dolu. Tek başına gidersen alamazsın.
Aradan saatler geçmişti. Abisine kanını veren Bistro üzerindeki halsizliğin geçmesini beklerken Zörtük meyvesini nasıl alabileceğini düşünüyordu. Kapının aralığından içeri sızan ışık Bistro’nun aklını aydınlatmıştı. Bu işi sevgilisi yani Hokeyto’nun kardeşi çözebilirdi. Yüzündeki mutluluk ile birlikte ayağa kalkıp sevdiği kızı bulmaya gitti. Sınıra varınca saka kuşuna onu çağırmasını söyledi. Saka kuşu aralarındaki iletişimi sağlıyordu.
Sevgilisi sonunda geldi. Durumu anlatan Bistro bu meyveyi bulmak için yardım istedi. Sevgilisi:
-Abimi gizlice bir şey yerken gördüm ama ne olduğunu bilmiyorum. Bahsettiğin meyve olabilir. O ormana arada bir gider belki de o meyveyi almak için gidiyordur. Bugün de orayagideceğini söylemişti. Birazdan döner. Döndüğünde eğer meyveyi gizlice ondan alabilirsem getirir buradaki ağacın dibine koyarım, dedi.
Bistro hava soğumaya yakın tekrar sınıra gitti. Hemen ağacın dibine baktı. Evet! Meyve oradaydı. Sevgilisi meyveyi getirmeyi başarmıştı. Mutluluktan havalara uçan Bistro meyveyi alıp Hekimoğlu'nun evine koştu. Bir yandan da "Lan kanatlarımız var uçamıyoruz. Uçamıyorsak kanatlarımız ne işe yarıyor? Ateistler açıklayın bunu." dedi.
Bistro sonunda Hekimoğlu Harpi'nin evine varabildi. Zörtük meyvesini alan Harpi, baygın yatan Yesto'nun yanına gidip meyveden bir parça ağzına attı. Meyve bir kaç saniye sonra etkisini gösterdi. Bistro ve odadaki çete üyeleri gözlerine inanamıyordu. Yesto sanki hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmıştı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra herkes mutluluktan havalara uçtu. Bistro içinden; "Varsın kanatlarım beni uçurmasın, bu mutluluk beni uçurmaya yetti." dedi. Yesto kardeşine sarıldı ve Hekimoğlu Harpi'ye teşekkür ettikten sonra oradan ayrıldılar.
Hokeyto olanları daha yeni öğrenebilmişti. Oğlu Panki'nin bu davranışı onu çok sinirlendirdi. Çünkü oğlu kışkırtıcı sözler söylemiş ve bir korkak gibi taş kullanmıştı. Hokeyto'nun oğlu, veliahtı bunları yapmamalıydı. Panki babasının korkusundan ortalıktan kaybolmuştu. Elbet dönüp cezasını çekecekti. Panki daha önceleri ufak tefek yaramazlıklar, hatalar yapardı ama bu seferki çok ağır olmuştu. Bir defasında Keskintüy çetesi idman yaparken yemeklerinin kazanına en acı sivri biberden koymuştu ve bütün çete üyeleri o gün su içmekten helak olmuşlardı.
Yesto biraz uyuduktan sonra kafasını dinlemek için dereye gitmeye karar verdi. Ne zaman canı sıkılsa dereye gidip orada takılırdı. Dereye vardığında aşıklar korosunu da orada gördü. Derenin bir tarafında horozlar, diğer tarafında ise tavuklar birbirlerine maniler ile kur yaparlardı. Yesto bir ağacın gölgesine geçip kafası yerine onları dinlemeye başladı.


Gagan sivri bıçak gibi,
Kuyruğun saçak gibi,
Selam versem utanırsın,
Dolanırsın kaçak gibi.
Tüylerin altın sarı,
Kahvaltıda yersin darı,
Kaçırsam bizim köye,
Dağıtırsın ambarı.
Karlı dağlar göremedim,
Tüylerini sevemedim,
Akşam kapına gelince,
Baban çıktı öpemedim.
Tarla kuru otlanmaz,
Çimen yoktur saklanmaz,
Yumurtamın rengi sarı,
Buğday yesem aklanmaz.
Bistro olanlar karşısında sessiz kalamazdı. Panki'yi köşe bucak aramıştı ama bir türlü bulamamıştı. "Sanki yer yarıldı da içine girdi." diye düşünürken birden aklına Karnıyarık Dağı'nın zirvesindeki büyük yarık geldi. "Tabi yaa kesin ordadır." diye söylendi. Yolculuk için hazırlanmak üzere eve gitti. Yol çok uzun ve yorucuydu. Akşam soğuğundan korunmak için kıyafetler ve tırmanış malzemeleri aldı. Dolapta dünden kalma Kaygana'yı da poşete koyup çantasına attı ve yola çıktı. Yolu açıktı.
Hokeyto, Bistro'nun her yerde Panki'yi aradığını biliyordu. Bu yüzden peşine Casus Navas'ı takmıştı. Navas Bistro'nun yola çıktığını öğrendikten sonra soluğu Hokeyto'nun yanında aldı. Durumu ona anlattı. Panki'nin başı dertteydi. Hokeyto hemen çetesini topladı. Gerekli hazırlıklardan sonra zaman kaybetmeden yola çıktılar. Kız kardeşi olayları gizlice izlemişti. Bistro'nun başına bir şey gelirse yaşayamazdı. Çünkü onun için ölümü bile göze alabilirdi.
Hokeyto'nun kardeşi Yesto'nun yanına gitmeye karar verdi. Yesto eve vardığında onu kapıda beklerken gördü. Kısa bir şaşkınlıktan sonra neden geldiğini sordu. Hokeyto'nun kardeşi bütün olanları anlattı. Yesto kardeşini kurtarmak için koşarak çetesini toplamaya gitti. Apar topar hazırlanıp çetesiyle yola çıktı. O sırada Bistro Karnıyarık Dağı'na varmıştı. Tırmanış malzemelerini hazırlayıp dikkatli adımlarla tırmanmaya başladı. Dağın yamaçları çok dik olduğu için ayak parmaklarına horoz dövüşünde kullandığı keskin pençeleri takmıştı.
Bistro dağın yarısını tırmanmıştı ve Hokeyto daha yeni gelebilmişti. Hokeyto aşağıdan Bistro'ya seslendi:
"Bistro yol yakınken vazgeç. Kimse üzülmesin, Panki bir hata yaptı cezasını bana bırak. Ona bir şey yaparsan bu yaptığını cezasız bırakmam." Bistro ise:
"Evet yol yakın bu yüzden vazgeçmiyorum. Panki, abime yaptıklarını canıyla ödeyecek. Sonunda beni öldürsen bile..." Tam Hokeyto cevap verecekken Yesto ve çetesi de geldi. Ortalık iyice karışmıştı.
Barış bozulacak mı? Tüyler kana bulanacak mı? Kuyruklar kopacak mı?
Yesto da olay yerine geldi. Bistro'nun aşağı inmesini istedi ama Bistro Panki'yi öldürmeye kararlıydı. Sesleri duyan Panki yarığın içinden çıktı. Herkesi orada görünce çok şaşırdı. Panki'yi gören Bistro daha hızlı tırmanmaya başladı. Panki yanındaki uzun dalı alıp Bistro'yu aşağı itmeye çalıştı. Dal darbelerine dayanamayan Bistro aşağı düştü. Yere çok sert düştü ve bayıldı. Durumu fırsat bilen Hokeyto Bistro'nun kafasına taşı vuracakken kız kardeşi kolundan tuttu. Kısa bir duraksamadan sonra kolunu bırakmasını istedi. Ancak kız kardeşi: "Bistro'yu öldürürsen beni de öldürürsün."dedi. Bu sözden sonra Bistro'ya baktı sonra kardeşine baktı ve taşı yavaşça elinden düşürdü.
Yesto hemen kardeşinin yanına koştu. Bistro zar zor nefes alıyordu. Hemen onu Hekimoğlu Harpi' ye götürmesi gerekiyordu. Çetesinden yardım istedi ve Bistro'yu sırtlayıp götürdüler.
Giderken Hokeyto'ya:
"Panki bu yaptıklarının cezasını ödeyecek. Şimdi gidiyorum ama kardeşim kurtulmazsa bütün Çarliston kasabasını ateşe veririm." dedi.
Hokeyto bir şey diyemedi çünkü Panki çok ileri gitmişti. Panki kendini korumak için Bistro'yu aşağı atmıştı ama bu olaylar iki çete arasındaki kıvılcımları yeniden hareketlendirmişti. Büyük bir yangın çıkacak gibiydi. Hokeyto yeniden barışın bozulmaması için bir şeyler yapmak istiyordu. Aklına kız kardeşi ve Bistro arasındaki aşk geldi. Bu aşkı kullanmalıydı. Tabi bunu için önce Bistro'nun iyileşmesi gerekiyordu. Aklına Zörtük meyvesi geldi. Ormana bu meyveyi toplamaya gitti. Bistro'yu iyileştirip kardeşiyle evlenmesini sağlayacaktı ve böylece yeni ve daha güçlü bir barış sağlanacaktı.
Hokeyto Zörtük meyvesini alıp kız kardeşi ile Hekimoğlu Harpi'nin evine gitti. Bistro çok zor durumdaydı. Yesto'nun bir köşede ağladığını gördüler. Hokeyto hemen yanına gidip Zörtük meyvesini verdi. Meyveyi gören Yesto çok sevindi. Çünkü Bistro'yu ancak bu meyve kurtarabilirdi.
Harpi meyveyi alıp Bistro'ya yedirmeye gitti. Bu sırada Hokeyto Yesto'ya niyetini söyledi. "Bistro ve kardeşim birbirini çok seviyor, onları evlendirelim ve sonsuz bir barış sağlayalım. Aradaki sınırı da kaldırırız. Ne dersin?" dedi.
Duydukları karşısında şaşıran Yesto, söylediklerini düşüneceğini söyledi. Yesto'nun yüzünde bu durumu kabullenecek türde bir ifade vardı ve Hokeyto bu ifadeyi yakalamıştı. O sırada Harpi yanlarına geldi ve mutlu haberi verdi. Bistro kendine gelmişti. Yesto mutluluktan havalara uçtu. Ve bu mutluluk etkisiyle Hokeyto'ya sarılmış buldu kendini. İşte böyle duygular savaşı unutturabilirdi. Yıllardır barıştan yoksun Minderos toprakları tarihi bir gün yaşıyordu belkide.
Yesto evliliği kabul ettiğini söyledi. Bunu duyan Hokeyto çok sevindi. Tabi kız kardeşi de. Yıllardır gizli saklı buluşuyorlardı ve şimdi hayalleri gerçek oldu. Kız kardeşi hemen Bistro'nun yanına gitti. Müjdeyi verdi. Bistro duydukları karşısında oldukça şaşırmıştı. Mutluluktan gözleri doldu. Demek ki gerçekleşen hayaller de varmış. Önemli olan hayallerine olan inancını kaybetmemekmiş.
Barış sürecini duyan ada sakinleri durumu şaşkınlıkla karşıladı. Kimileri çok sevinmiş, kimileri inanamamış, kimileri barışın sağlanmayacağını düşünmüş, kimileri ise bekleyip görelim demişti.
Minderos Adası'nda herkes çok mutluydu. Bistro iyice düzelmişti. Adayı düğün telaşı sarmıştı. Yesto her şeyin kusursuz olmasını istiyordu. Bistro ise abisine:
"Bu kadar masrafa gerek yok abi, daha evin kredisi bitmedi." dedi ama nafile.
Sokak baştan sona süslendi. O sırada Hokeyto geldi. Kardeşinin kuaförde olduğunu söyledi. Bistro ise damat tıraşı olmak için yola koyuldu. Berbere:
"Gaganın çevresi kalsın gerisini üçe vur." dedi. Tıraş oldu ve düğün yerine döndü. Her şey tamamdı. Nikah masasına geçtiler. O sırada fonda nikah masası şarkısı çalıyordu.
Bu masa anlatılmaz, DaDansöz çıksa oynatılmaz,
Kalemim yazmaz oldu,
Bir daha imza atılmaz.
Düğün dernek oynadık, Yemek yedik doymadık,
Cepte akrep dolaşır, Takıları takmadık.
Düğün sonunda bitmişti. Yesto belli bir süre Hokeyto'nun evinde kalmaya karar verdi. Yeni evli çifti yalnız bırakmak istedi. Aylar sonra her şey yolunda gidiyordu. Ama bir kişiden daha ses çıkmamıştı. Hokeyto'nun oğlu Panki...
Hokeyto, Panki'nin geri dönmesi için çok uğraşmıştı ama Panki dönmeye niyetli değildi. Bu evliliğe karşı çıkan tek kişiydi. Barış sürecini zedeleyecek birkaç girişimde bulunmuştu ama başarılı olamamıştı. Hokeyto ve Yesto yaptıkları çalışmalarla barışın devam etmesinde öncü olmuşlardı.
Panki ormanda yaşamaya alışmıştı. Ormanda bukalemunlarla yaşamaya başlamış ve onlarla çevrede yaşayan ailelere korku salıyormuş. Babasından gelen liderci ruh onu bukalemunların önderi yapmıştı. Halinden memnundu. İçindeki o lider ruhunu keşvetmiş ve bunun tadını çıkarıyormuş. Yoksa Hokeyto'dan liderliği almak yıllar sürebilirdi.
Hokeyto ve Yesto hallerinden memnundu. Beraber balığa gidiyor, yengeçlerle dans ediyor ve plajda Fink atıyorlardı. Çünkü adada her yıl Fink atma yarışı yapılır ve Fink'i en uzağa atana büyük ödüller verilirdi. Hokeyto daha uzağa atıyordu ama Yesto her geçen gün ona yaklaşıyordu. Fink, şekil olarak Bumerang'a benziyor tek farkı atınca geri gelmiyordu.

Yesto'nun o çelimsiz ve yaşlı görünümü git gide düzeliyordu. Barış ortamının ona verdiği huzur ve sürekli yediği Zörtük meyvesi bu durumun nedeniydi.
Panki bukalemunlar ile iyi anlaşamamış ve ormanlarından kovulmuştu. Günlerce tek başına dolaşmış ama yalnızlık canına tak etmişti. Aslında yaptıklarından pişman olmuştu ama geri dönüp özür dilemeye de yüzü yoktu.
Fink atma yarışları başlamıştı. Toplam on yarışmacı vardı. İçlerinde Hokeyto ve Yesto da bulunuyordu. Yesto bu sene birincilik almalıydı çünkü Hokeyto'nun altı birinciliği vardı. Yesto ise daha birinci olma şerefine erişememişti. Yarışma saati geldi. Panki ise yarışmayı uzaktan gizlenerek izliyordu. Yarışma başlamıştı. İki kişi en uzağa fırlatmıştı Fink'i. Yesto ve Hokeyto tam yirmi üç metreye fırlatmıştı. İkisi arasında bir atış daha yapıldı ve yarım metre farkla yine Hokeyto kazandı. Yesto'nun birincilik hayali başka bahara kaldı. Yesto üzüntü ve sinirden, kalan üç beş tüyünü de yoldu. Tam o sırada Panki çıkageldi. Yesto'nun önünde diz çöküp özür diledi. Pişmanlığını ve hatasını söyledi. Yesto ise:
"Aradan uzun zaman geçti, ben her şeyi unuttum. Herkes hata yapar ama sen hatanı anladın ve şimdi geldin özür diledin. Bende seni affediyorum. Zaten Bistro seni çoktan affetti." dedi.
Bu olanlara çok sevinen Panki babasının yanına koşup özlem giderdi.
Artık adada birbirine küs olan, kavgalı olan kalmamıştı. Güzel günler görmek onların elindeydi. Onlar istedi ve barış sağlandı. Yıllardır Minderos Adası savaş birçok savaş görmüştü. Kopan kuyrukların, kanlı tüylerin yerini topluca yenen yemekler, oyunlar, yarışmalar ve eğlenceler almıştı.
Çiçekler açarken artık korkmuyordu. Minderos'un denizi bile ayrı bir renk almıştı. Daha berrak ve daha maviydi. Minderos artık yeni bir hayat barındırıyordu topraklarında ve "Merhaba" diyordu.
SON
bottom of page