FERHAT KATI
Portfolio - Yazılar
Not: Bu yazılar Metin Yazarlığı dersinde verilen iki ya da üç kavramdan yola çıkılarak yazılmıştır.
Bozuk Para Senfonisi
Ahmet yorucu iş toplantısından sonra otelin yolunu tuttu. Hava sıcak. Alnından akan terler yaşlı yüzünün çizgilerine doluşmuş, karşıdan ona bakanlara ayna etkisi yaratıyordu. Güneşin kavurucu etkisinden bunalan Ahmet, yolun köşesindeki büfeye uğrayıp soğuk bir su istedi. Suyu aldı. Büfedeki adam on liranın üstünü tamamen bozuk para olarak verdi. Ahmet bozuk paralara sinirlenmesine rağmen sıcaktan bunaldığı için kendisini soğuk suyun kollarına bıraktı. Suyunu içtikten sonra derin bir nefes alarak rahatladı. Avucundaki bozuk paraları kumaş pantolonunun cebine koyup yoluna devam etti. Bozuk paralar Ahmet’in her adım atışında cebinde bir düğün etkisi yaratıyordu. Paralardan çıkan sesi önlemek için arada bir eliyle cebini dizginliyordu.
Ahmet sonunda otel odasına varmıştı. Elindeki proje sayfalarını ve cetvelleri yatağının üstüne atıp koltuğa oturdu. Başını arkaya yasladı ve gözlerini yavaşça kapattı. Yorgunluktan öylece uyuyakalmıştı. Uyandığında saat gecenin biri olmuştu. Yemek saatini kaçırmıştı. Vücudundaki terler kuruyarak pis bir koku yaymış, boynunu çevirdiğinde terler çizik çizik izler bırakıyordu. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp banyoya girmeye karar verdi. Ceketini ve gömleğini çıkardı. Ardından pantolonunu da çıkardı ve katlamaya başladı. Derken pantolonunun cebindeki bozuk para kümesinden bir tanesi yıllarca hapiste kalmış bir tutuklu edasıyla kendisini dışarı attı. O minik para yerdeki parkeye düşerek hiç tahmin edilemez bir ses çıkardı. Ahmet:
-O ses senden mi çıktı? diye düşünürken cebindeki diğer paralar da yere saçıldı.
Tahta parkeden çıkan sesler o kadar rahatsız edici ve gürültülüydü ki sanki parkeye işkence yapıyorlardı. Paraların bir kısmı yatağın daracık alt zemininden içeri kaçmıştı. Görünen paraları toplamaya başlayan Ahmet yan odadan gelen ”tak tak” sesleriyle irkildi. Yan odada kim varsa bu bozuk para senfonisinden pek hoşlanmamıştı. Elindeki paraları çekmeceye koydu. Yatağın altındaki paraları almak için yatağının üstüne attığı cetvelden yardım istedi. Uzun cetveli yatağın altında gezdirerek diğer paraları da toplayıp çekmeceye attı. Daha sonra duşunu alarak yatağına girdi ve uyudu.
Bu Ne Perhiz
O kadar kiloluydu ki attığı her adım ona yüz metre koşusu kadar yorgunluk veriyordu. Evinde beslediği kedisi ezilmemek için ondan köşe bucak kaçıyordu. En az sevgi gösterilen ev kedisi olmalıydı. Tamam. Kilo vermek için diyet yapıyorsun da kedinin suçu ne? Haftanın iki günü haşlanmış patates, kalan günler lahana çorbası. Patates yine neyse de lahana çorbası tam bir zulümdü. Tabi kendisi kilolu ya ne içse ya da yese pek etkilemiyor. Zaten patates haşladı mı üç kilo, lahana çorbasını da bir tencere dolusu yapıp kepek ekmeği ile yiyordu. Kadın kilo aldıkça, kedi kilo veriyordu. Sonra neden kasap, bakkal kapılarında sokak kedileri ile takılıyorsun diye azar işitiyordu. Komşunun çocuğu olmasa açlıktan ölecek. O derece.
Saat üçe geliyor. Komşu çocuğunun okuldan dönüş vakti. Kedinin kulağı kapıda, kadının eli ekmekte ve çocuğun parmağı ise zilin düğmesindeydi. Ve kapı çaldı. Kadın her zamanki gibi ağır adımlarla kapıya doğru ilerledi. Kedi ezilmemek için kendini kenara attı. Lahana çorbasını yeni yemişti. Bu yüzden biraz halsizdi. Elinde de tencerenin dibini sıyırdığı kepek ekmeği duruyordu. Kapıyı açtı. Çocuk elindeki salamlı ekmeği kedinin önüne attıktan sonra sırt çantasından kurtuldu. Kadının hatrını sorduktan sonra yazıcıyı kullanmak istediğini söyledi. Kadın ise bir daha kediye böyle yiyecekler getirmemesi gerektiğini söyledi. Neden? Kilo alıyormuş kedicik. Bu laflardan sonra kedi son lokmasını yemiş sinirli sinirli patisini yalıyordu. Sanki kadına hareketi çekecekti de nesli izin vermemişti.
Çocuk bilgisayarın başına geçip ödevini yaptı ve yazıcıdan çıktıyı aldı. Sonra kediyi kucağına alıp oynamaya başladı. Kadın ise yarım kalan kepek ekmeğini yiyordu.
Oyunbozan Abi
Haşmet, ağzındaki sakızı rögar ızgarasından içeri yuvarladıktan sonra birkaç adım atarak kafeye girdi. Her zamanki gibi dört bilardo masası da doluydu. Arka tarafta oturan arkadaşı İlyas, Haşmet’in yanına gelip geçen hafta ödünç aldığı oyun cd’lerini verdi. Haşmet cebindeki sakız paketini çıkarıp içindeki son sakızı da İlyas’a verdi ve cd’leri cebine koydu.
“Haşmet, İlyas’a pek güvenmezdi ama şimdiye kadar pek yanlışını görmediği için beraber takılmakta bir sorun görmüyordu. “
Beraber arka tarafa geçip sıralarını beklediler. Cebindeki cd’lerden dolayı oturmakta zorlanan Haşmet, cd’leri önündeki ufak sehpanın üzerine koydu ve karşıdaki masada oynanan oyunu izlemeye koyuldu. Derken… Sert bir istaka darbesiyle kanatlanan bilardo toplarından biri Haşmet’in önündeki sehpaya kadar geldi. Ani bir korku ile kendini geriye doğru atan Haşmet, daha sonra ayağa kalkıp topu atan adama öfkeyle bağırdı. Haşmet’in bağırmasına anlam veremeyen adam, yanına gelip özür diledi ve bu kadar abartmaması gerektiğini söyledi. Haşmet, adamın iri cüssesinden korktuğu için karşılık vermekten vazgeçti ve masanın üzerindeki oyun cd’lerini kontrol etti. Bilardo topu cd’lere değmediği için bir sorun yoktu. Adam yerdeki topu alıp oyununa devam etti. Tam o sırada Haşmet’in abisi kafeden içeri girdi. Haşmet’i bu kadar küçük yaşta kafeye geldiği için daha önce uyarmıştı. Çok sinirlenen abisi Haşmet’in kulağından tutup eve kadar götürdü.
Odasına giren Haşmet, bilgisayarı açıp oyun cd’sini taktı. Bir terslik vardı. Oyun cd’si değildi bu içi boş bir cd’ydi. Anlamsız bakışları ve hareketleri ile birlikte diğer cd’leri de denedi. Ancak hepsi boş çıkmıştı. İlyas oyun cd’lerini boş cd ile değiştirmişti. Ağlak bir ifade ile abisinin yanına gitti. Durumu ona anlattı ancak abisi bu durumun ona ders olması gerektiğini söyledi ve onu odasına gönderdi.
Klima Ustası Tavşan
Küçük tavşan yorucu güne başlamak için önce gözündeki çapaklardan kurtulmak istiyordu. İki küçük el hareketi ile kulaklarını rayına oturtup yüzünü yıkamak için mutfağın lavabosunu kullandı. Üşengeç olduğu için banyoya gitmemişti. Zira banyoya gitmesi için üç tane tünelden geçmesi gerekiyordu. Hazır mutfağa gitmişken biriken bulaşıkları makineye attı. Akşama kız arkadaşını davet etmişti. Dağınık görünmemek gerekiyordu. Bilgisayarını açıp müzik eşliğinde giyinmeye başladı. Tek ayak üzerinde pantolonunu giymeye çalışırken dengesini kaybetti ve çarptığı kahve, klavyesine döküldü. Pazartesi onun için şanssız başlamıştı. Kız arkadaşı geldiğinde şansının yolunda gitmesi için her türlü kurala uymaya hazırdı.
Pantolonu biraz uzun geldiği için paçalarından iki defa katladı. Ev serin olsun diye klimayı açtı. Son kez aynaya baktıktan sonra gözlüğünü takıp işinin yolunu tuttu. Gözleri bayağı bozuktu çünkü geçen yıl yolda yürürken bir arabanın farına maruz kalmış ve geçici körlük yaşamıştı. Bu olay sonrasında gözleri iki derece zarar görmüştü. Bu zarar gözlerinin en net gördüğü son şeydi. Tabi gözlüksüz… İşine giderken her zamanki yolu kullandı. Yolun keskin virajları arabalara büyük tehlikeler yaratabiliyordu. Çünkü asfalttan kurtulup özgür kalan mıcırlar arabaların kaymasına neden oluyordu. Küçük tavşan ablasını bu mıcırlar yüzünden kaybetmişti. Bu hüzünlü anısını bir kenara itip yoluna devam etti. İş yerine vardıktan sonra katladığı paçalarında biriken mıcırları temizledi ve mesai saatini kovalamaya başladı.
Kız arkadaşı henüz üniversite öğrencisiydi. Klimatoloji bölümü okuyordu ve küçük tavşan onu ayarlamak için bir klimacıda tamirci çıraklığı bile yapmıştı. Evine en iyi klimayı takmış ve dört mevsimi evinin her tünelinde yaşatmayı vaad etmişti. Kız arkadaşı bu çabaları karşılıksız bırakmamıştı. Küçük tavşan onun kalbini çalmayı başarmıştı. Küçük tavşan bu ayarlama sürecinde o kadar çok klima bilgisi edinmişti ki kız arkadaşına ders çalıştıracak düzeye gelmişti.
Mesai sonunda bitmişti ve tavşan kız arkadaşıyla buluşacağı yerin yolunu tuttu. Akşam evde izleyecekleri filmleri bile seçmişti. Bir kaç saat dışarıda takıldıktan sonra eve gittiler. Açtığı klima evi buz gibi yapmıştı ama kötü başlayan gün çok güzel bitmişti.
Ekler Bizi Bekler
Dahi anlamındaki “de” kadar ayrı olmak istiyorum her şeyden. Yokluğumda yanımdaki pek etkilenmesin. Aramasın beni. Ben de “ki” ekinin yalnızlığını yaşamak istiyorum. Yanılmak istemiyorum, yalın yaşamak istiyorum. Çünkü hep karıştırıyorlar beni. Yalnız mı? Yoksa yanlız mı?
Gülüp geçiyorum. Bazen bulunma eki oluyorum. Bir limanda buluyorum kendimi. Gemilerin demirlerinden sarkan “şey” sözcüğünü tutuyorlar elinden. Mutlular. Hiçbir şey ayıramaz onları. “Yan yana”nın ayrı yazılmasına aldırış etmeden birlikte yaşıyorlardı.
Martılar da onlara eşlik ediyordu. Her biri ayrı ayrı takılıyor kendi dünyasında. Beni de alın aranıza. Kabul ediyorlar isteğimi. Hoş geldin diyorlar. Arkamızda sorular bırakıyoruz. “Şey” bize tebessümle bakıyor. Yanına yaklaşmaya çalışan “her” sözcüğüne mesafesini koruyor.
Uçmak ne güzelmiş. Hızımızı arttırıyoruz. Artık gitme vakti geldi çok uzaklara. Belki o zaman anlarsınız değerimi. Keşke hep ayrı yazsaydık seni. Bir köşede öylece unutmasaydık. Üşenmeyip silgimizi kullansaydık. Biliyorum. Çok ta umrumdaydı diyorsunuz. Bakın yine yanlış diyorsunuz. Çok da olacak. Bu da son kıyağım olsun size. Mutluluklar hepinize.
Patates Bahçesi
Uzak diyarlarda çok zengin insanların yaşadığı bir kasaba varmış. Kasabada yaşayan herkesin çok lüks evleri ve arabaları varmış ama bu kasabaya aylardır yağmur yağmıyormuş. Bu yüzden insanlar meyve ve sebzelerini yetiştirmek için içme suyunun kaynağını kullanmaya başlamışlar. Ancak gün geçtikçe bu kaynaktaki su miktarı azalmaya başlamış. Kasaba valisi bu duruma bir çare bulabilmek için bilge kadını yanına çağırmış. Kadın, yağmurun ne zaman yağacağını bilmediğini söylemiş ama yağmur yağana kadar kasabaya yakın bir patates bahçesi olduğunu söylemiş. Vali ve kasaba halkı patatesin ne olduğunu bilmiyormuş, bilge kadın, patatesin yetişmesi için fazla suya ihtiyaç yoktur, oldukça lezzetli ve doyurucudur, demiş.
Vali, hemen oraya gidip alalım demiş. Bilge kadın, orayı koruyan çok tehlikeli bir yaratık var, dikkatli olun demiş. Vali en iyi on adamını yanına alıp, patates bahçesine doğru yola koyulmuş. Bahçeye yaklaştıklarında büyük bir gölge üzerlerine çökmüş. Hava gittikçe kararıyor ve uğultulu sesler çıkarıyormuş. Bahçenin kapısına vardıklarında mor vücutlu dişi bir yaratık yollarını kesmiş. Vali yaratığa seslenerek: Çok zor durumdayız, binlerce insanın ölmemesi için patatese ihtiyacımız var, demiş. Yaratık onlara bir şartla patates vereceğini söylemiş ve eklemiş: Eğer bana 7 gün önce doğmuş sarışın bir bebeğin saçlarını kesip getirirseniz size istediğiniz kadar patates vereceğim, demiş.
Vali ve adamları kasabaya geri dönmüşler. Zaman kaybetmeden 7 gün önce doğmuş bebeği aramaya koyulmuşlar. Sokaklarda anonslar yapılmış ve en sonunda aradıkları bebeği bulmayı başarmışlar. Bebeğin saçlarını kesip patates bahçesine gitmişler. Bahçeye vardıklarında yaratık tekrar çıkmış ortaya ve saçı istemiş. Vali saçı yaratığa vermiş ve diledikleri kadar patatesi alıp kasabaya dönmüşler. O günden sonra patates, kasabanın temel besin maddesi olmuş. Nadiren yağan yağmur patateslerin büyümesine yetiyormuş ve bu sayede içme suyunun kaynağı eski haline dönmüş. Mor yaratık ise sarı saçı büyülü iksirine eklemiş ve bu iksir sayesinde çok güzel bir kadın olmuş.
Mustang
Yaz gelince balkon keyifleri de beraberinde gelir, akraba ziyaretleri de, düğünler de. Ama küçük Arif için bunlar pek önemli değildi. Büyükleri balkonda keyif yaparken, o oyuncaklarıyla oynardı. En sevdiği oyuncağı Mustang için diğer oyuncaklarından vazgeçebilirdi. Çünkü o diğerlerinden farklıydı. Simsiyahtı. Üstelik kapıları açılabiliyordu.
Üç katlı bir apartmanın son katında oturuyorlardı. Evin ön tarafındaki balkon camekan yapılmıştı. Bu yüzden arka taraftaki balkonda otururlardı. Balkonun alt tarafında gecekondu ve onun çatısı vardı. Çatıda ise balkonun mermerinde sürerken düşürdüğü tren. Tren iki parçaya ayrılmış, derede avını bekleyen timsahlar gibi yanına yeni bir arkadaş istiyordu. Arif ise sadece Mustang’ini mermerde sürmüyordu. O çok özel bir arabaydı. Tekerleri eskimesin diye halıda sürerdi. Halının ipleri kabararak engel oluyordu ama o bu engelleri aşmasını biliyordu. Abisi yanlışlıkla üstüne basınca kıyameti koparmıştı. Abisinin bütün kitaplarını dağıtmış, sayfalarını koparmıştı. Bu savaşta sadece abisine doğum gününde hediye ettiği kitap ayracı sağlam kalmıştı. Kendi elleriyle yapmıştı bu ayracı.
Arif sekiz yaşındaydı. Maneviyata çok önem verirdi. Bu yüzden ayraca zarar vermemişti. Biliyordu abisini kitaplardan çok üzeceğini. Tıpkı ölen babasının ona hediye ettiği Mustang’ini koruduğu gibi…